Bugün seni yarım bırakmış insanlar için üzülme
Bugün seni yarım bırakmış insanlar için üzülme
Genç kız ağlayarak eve geldi, kimseye gözükmeden doğru odasına çıktı. Annesi kızının geldiğini duymuş ve kızıyla konuşmak istemişti. Genç kız, ağlayarak,yalnız kalmak istediğini söyledi.
Annesi, kızına ne olduğunu anlamış ve onu rahat bırakmıştı. Genç kız sevgilisinden ayrıldığı için ağlıyordu.
Ağlayarak uykuya daldı. Sabah uyandığında aynasına rujla annesi şunları yazmıştı: “Bugün seni yarım bırakmış insanlar için üzülüp ağlayacağına, yarın seni düşünecek tam insanları düşün ve sevin” Genç kız bu yazıyı aynasından hiç silmedi. Taki onu düşünen insanı bulana kadar her sabah annesinin yazdığı bu yazıya baktı.
Bir Şey Ancak Değerini Bilenin Yanında
Bir Şey Ancak Değerini Bilenin Yanında Kıymetlidir
Vaktiyle ergin bir meslek erbabı, yıllarca yanında yetiştirdiği çırağını
imtihan etmek ister. Onun eline iri bir pırlanta verip:
”Oğlum” der ”Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini
sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece
fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.”
Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği mücevheri alır; elinde evirir çevirir;
sonra: ”Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der.
Çırak teşekkür edip çıkar. Bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa
benzettiği mücevhere ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü olarak semerciye gider: ”Buna ne verirsiniz?” diye sorar.
Semerci şöyle bir bakar, ”Bu…” der ”benim semerlere iyi süs olur.
Bundan kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.”
Çırak en son olarak kuyumcuya gider. Kuyumcu mücevheri görünce
yerinden fırlar. ”Bu kadar büyük pırlantayı nereden buldun?” diye hayretle
bağırır ve hemen ilâve eder; ”Buna kaç lira istiyorsun?”
Çırak sorar: ”Siz ne veriyorsunuz? ” ”Ne istiyorsan veririm.”
Çırak, ”Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu
yalvarmaya başlar:”Ne olur bunu bana sat. Dükkânımı, evimi, hatta
arsalarımı vereyim.”
Çırak ”emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat
öğrenmesini istediklerini” anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.Meslek
erbabının yanına dönen çırak büyük bir şaşkınlık içinde macerasını
anlatır.”Bundan ne anladın?” diye sorar.
Çırağının verdiği cevap çok doğrudur: ”Bir şey ancak değerini bilenin
yanında kıymetlidir.
İnsanoğlunun büyük çelişkisi
İnsanoğlunun büyük çelişkisi
Eflatun’a iki soru sormuşlar. Birincisi: “İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan
davranışları nedir?“
Eflatun şöyle cevap vermiş: “Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için
acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler…
Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü,
ne de yarını yaşarlar…
Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...”
Sıra gelmiş ikinci soruya: “Peki sen ne teklif ediyorsun?”Bilge yine
sıralamış:
“Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın! Yapılması gereken tek şey,
sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır…
Önemli olan; hayatta ‘en çok şeye sahip olmak‘ değil, ‘en az şeye
ihtiyaç duymaktır.“
O Kayık Her Zaman Boştur
O Kayık Her Zaman Boştur
Genç bir çiftçi kayığıyla nehirde akıntıya karşı kürek çekerken kan ter
içinde kalmıştı. Yetiştirdiği meyveleri köye götürüyordu. Hava çok
sıcaktı, bir an evvel teslimatını yapıp karanlık basmadan evine
dönmek istiyordu. İleriye baktığında kendi teknesine doğru hızla
yaklaşan bir kayık gördü. Yolundan çekilmek için deli gibi kürek çekti
ama bir işe yaramadı.
“Yönünü değiştir! Bana çarpacaksın!” diye bağırdı. Ama kayıkta bir
değişiklik olmadı ve sonunda ona gelip çarptı. “Gerizekalı!” diye bağırdı
çiftçi. “Bu koca nehirde gelip benim kayığıma çarpmayı nasıl başardın?”
Kayığa öfkeli bir şekilde bakarken içinde kimsenin olmadığını gördü.
Halatından koparak akıntıya kapılan boş bir kayığa bağırıyordu.
Dümeni başka birinin tuttuğunu düşündüğümüz zaman farklı davranırız.
Başımıza gelenlerin suçunu o aptal, duyarsız insana atabiliriz. Bu şekilde
öfkelenmeye, öfkemizi eyleme vurmaya, suçlu aramaya ve kurban rolünü
oynamaya hakkımız olur.
Kayığın boş olduğunu görünce daha sakin davranırız. Suçlayacak bir
günah keçisi olmayınca kızamayız. Başımıza gelenlerin kaderin bir oyunu
ya da şanssızlık olduğunu kabul ederiz. Hatta halatından kopmuş başıboş
gezen bir kayığın koca nehirde gelip bizi bulmasının saçmalığına
gülebiliriz.
Kıssadan hisse; O kayık her zaman boştur. Biz de her zaman boş bir
kayığa bağırırız.Boş bir kayık bilerek bize çarpmadığı gibi günümüzü
bozuk notalarla dolduran insanların niyeti de bize çarpmak değildir.
İNCİ HİKAYESİ
İstiridyenin biri diğer istiridyeye dert yanıyordu:
– Arkadaş, içimde çok büyük bir sıkıntı var. Yoğun bir sancı çekiyorum. Hiç keyfim yok devamlı eza ve cefa içindeyim. İçimdeki kocaman ve ağır bir şey var.
Diğer istiridye arkadaşına kendinden memnun cevap verdi:
– Arkadaş benim öyle bir derdim yok. İçim rahat, boş, hiçbir sancı hissetmiyorum. Rahatça hareket ediyorum. Sıhhat içindeyim.
İstiridyelerin konuşmalarına kulak misafiri olan, oradan geçen bir yengeç, hiçbir sıkıntım yok diyen istiridyeye dedi ki:
– Senin hiçbir sıkıntın yok, rahatım diyorsun. Ancak biliyor musun arkadaşına sıkıntı veren, ona sancı çektiren o kocaman şey, çok değerli ve sınırsız bir güzelliğe sahip bir inci.
Hayat Akarken, bazen çekilen acılar, sıkıntılar güzelliklerin doğması için gereklidir. Her anne için ona acılar ve sıkıntılar veren bebeği çok değerli, büyük ve güzel bir inci değil midir?
BURNUNDAN KIL ALDIRMAMAK HİKAYESİ
Zengin yaşlı bir adam bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır, İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrının sebebini anlayamaz sadece ağrı kesiciler verip, gider. Fakat adamın baş ağrısı geçeceğine daha da artarak sürer. Baş ağrısının yanında gözleri de yaşarmaya baslar. Başka doktorlar çağrılır. Adam ağrıyı kesene servet vaat eder. Ama doktorların hiçbiri ağrıyı kesemediği gibi sebebini de bulamaz.
Baş ağrısından geceleri de uyuyamayan adam iyice kötüleşmiştir. Baş ağrısı ve devamlı gözyaşları hayatı çekilmez kılmıştır. Tedavi için yurtdışına da giderler, hastanede uzun bir süre kalır, çeşitli testler yaparlar bir türlü doktorlar teşhis koyamaz.
Memleketine evine dönmesini orda dinlenmesini daha doğrusu son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir. Zengin adam ne yapalım kaderimiz böyleymiş deyip çaresiz evine döner.
Bir gün, yaşlı adam kendini iyi hissetsin diye eski berberi çağrılır. Berber yataktan kalkamayan yaşlı adamı tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler. Berber bir an düşünür ve der ki;
– Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın.
Adamın burnunu kontrol eder;
– Hah işte! Kıl dönmüş. Sorun değil ben hallederim.
Deyip yaşlı adamın şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı yaşlı adamın müthiş çığlığıyla odaya koşar. Berber canı çok yanmış olan yaşlı adamın elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla evden kovulur.
Adamın burnu kanlar içindedir. Pansumanlar yapılır, adam yatıştırılıp tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah yaşlı adam aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Baş ağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın sinire değip gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan yaşlı adam, vaadini yerine getir. Berberi çağırtır ve ona bir servet bağışlar…
Burnundan kıl aldırmamak başı çok ağrıtır.
Hayat akarken, bazen büyük sorunların çok basit çözümleri olabilir. Bu çözümlere ulaşmak için herkesi dinlemeyi bilmek, herkesin fikirlerine açık olmak gerekir.
HER İŞTE BİR HAYIR VAR
Afrika’nın uzak bir ülkesinde bir zamanlar hüküm süren bir kral vardı. Kralın çocukluktan beri birlikte büyüdüğü hiç yanından ayırmadığı bir dostu vardı. Bu dostu iyi veya kötü her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi:
– Bu işte de bir hayır var!
Bir gün kralla dostu ava çıktılar. Kralın dostu tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir hata yaptı. Kral da ateş ederken tüfek geriye doğru patladı. Kralın başparmağı koptu. Kral acı içindeyken dostu her zamanki sözünü söyledi:
– Her şeyde bunda da bir hayır var!
Kral öfkeyle bağırdı:
– Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, başparmağım koptu?
Dostuna çok kızdı ve arkadaşını zindana attırdı. Bir sene sonra, kral uzak bir bölgede birkaç adamıyla avlanıyordu. Avlandıkları bölgede yamyamların kabilesi vardı. Kralı ve adamlarını yakalayıp ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Köyün meydanındaki direğe bağladılar, yakmak için odun yığdılar. Bu esnada kralın başparmağının olmadığını fark ettiler. Bu kabile, uzuvlarından biri eksik olan insanı yediklerinde başlarına kötü olaylar geleceğini düşündüklerinden yemiyordu. Bu nedenle, kralı serbest bıraktılar. Diğer adamları ise yakıp yediler. Kral sarayına döndüğünde, kopuk parmağı sayesinde kurtulduğunu anladı. Dostu haklı çıkmıştı. Hemen pişmanlıkla dostunu kapattığı zindana koştu. Dostunu zindandan çıkardı ve başından geçenleri anlattı.
– Haklıymışsın dostum! Parmağımın kopmasında bile bir hayır varmış. Seni zindana attığım için özür diliyorum. Yaptığım haksızca ve kötü bir şeydi.
– Hayır, beni zindana atmanızda da bir hayır var.
– Delirdin mi? Seni bir sene boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir.
– Düşünsene, zindanda olmayıp da seninle birlikte avda olsaydım ne olacaktı…
Hayat akarken, iyi ve kötü birçok olay gelir başınıza, hayat o an göstermese de hayrını, gelse de başınıza türlü türlü sıkıntılar sonra anlarsınız ki her şeyde bunda da bir hayır vardır.
AŞK GÜL BAHÇESİ HİKAYESİ
Kasabanın birinde, güzelliği dillere destan bir kız yaşarmış. Kendisiyle evlenmek isteyen uzak ülkelerden gelen nice prensi, asili, zengini, yakışıklı delikanlıyı reddetmiş. Kimseleri kendine layık görmüyormuş. Kıza aşk besleyen, aynı kasabada yaşayan genç bir delikanlı da bu kızı istemiş. Ama kız onu da beğenmemiş. Bizim delikanlı günün birinde kasabadan ayrılmış. Başka birine aşık olup evlenmiş, çocukları olmuş, yeni bir hayat kurmuş.
Uzun zaman sonra yolu yaşadığı güzel, şirin kasabaya düşmüş. Aklına bir zamanlar aşık olduğu kız gelmiş, ona ne olduğunu merak etmiş. Tanıdık bir yaşlı adam, güzel, büyük bir gül bahçesi olan evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş. Kimseleri beğenmeyen güzel kızın kiminle evlendiğini görmek istemiş. Kocasını evden çıkarken görmüş. Kızın kocası şişman, kel, çok çirkin ve kaba bir adammış. Üstelik zengin de değilmiş. Nasıl oldu da böyle biriyle evlendiğini merak eden adam, kızın kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış. Kız kapıyı açınca adamı tanımış. Adam sormuş:
– Sen ki hiç birimizi beğenmedin, nice kısmetlerini geri çevirdin, nasıl oldu da böyle biriyle evlendin demiş?
Kız da ona:
– Sana cevabı vereceğim fakat önce gül bahçemdeki en güzel gülü koparıp getireceksin, yalnız tek şartım, bahçede ilerlerken geriye dönmeyeceksin.
Adam peki demiş ve çok güzel güllerin olduğu bahçede ilerlemeye başlamış. Önce çok güzel sarı bir gül görmüş. En güzel gül bu derken biraz ilerde daha güzel kocaman pembe bir gül daha görmüş. Tamam budur işte diye düşünürken daha ilerde muhteşem güzellikte kırmızı bir gül goncası gözüne ilişmiş. Bir türlü karar verememiş, en güzel çiçeği bulacağım derken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş, geriye dönemeyeceği için bahçenin sonunda yaprakları solmuş cılız bir gülü mecburen koparıp kıza götürmüş.
Kız gülü almış ve adama demiş ki:
– Bak gördün mü? Her zaman daha iyisini bulacağını düşünürken ömür geçer de sonunda en kötüsüne razı olmak zorunda kalırsın. Bu yüzden gençlik bitmeden elindekinin değerini bilip, yetinebilmeyi öğrenmek gerekir.
Hayat akarken birçok fırsatla karşılaşırız. Kimimiz fırsatların değerini bilir, kimimiz ise birçok
Hayat akarken birçok fırsatla karşılaşırız. Kimimiz fırsatların değerini bilir, kimimiz ise birçok fırsatı kaçırıp görmeden yanı başından geçip gider. Ömür dediğin yoldan geçerken aynı şartlar altında bir daha geçemeyiz. Bir hedefe öylesine kilitleniriz ki karşımıza çıkan diğer fırsatları kaçırırız. Bir gün bir bakmışız hedeflediğimiz noktadan da uzaklaşıp çok farklı bir noktaya gelmişiz. Hayatımıza dönüp baktığımızda geriye kalan sadece kaçmış birçok fırsat ve bize kalan içimizi kemiren “KEŞKE” diye yankılanan düşüncülerimiz.
KUMA YAZMAK HİKAYESİ
İki arkadaş çölde yürüyorlarmış. Yolculuğun bir anında aralarında bir münakaşa olur ve biri sinirlenerek diğerine tokat atar. Tokadı yiyenin canı acımış ama bir şey söylemeden kuma şöyle yazmış:
“BUGÜN EN İYİ ARKADAŞIM BANA TOKAT ATTI“
Birlikte yürümeye devam ederler sonunda bir vahaya gelirler ve suya girmeye karar verirler. Tokadı yiyen adam bataklığa bir anda saplanır ve boğulmaya başlar ki arkadaşı hemen kurtarır. Boğulmaktan kurtulduktan sonra bir taşa şöyle yazar:
“BUGÜN EN İYİ ARKADAŞIM HAYATIMI KURTARDI“.
Tokadı atan ve hayat kurtaran sorar:
– Tokat attığımda kuma yazdın şimdi neden taşa yazdın?
Diğeri cevaplar:
– Birisi canımızı yaktığında kuma yazmalıyız ki bağışlama rüzgarı silebilsin ama biri bizim için iyi bir şey yaparsa taşa kazımalıyız ki hiçbir rüzgar silemesin.
“ARKADAŞINIZIN SİZE VERDİĞİ ACILARI KUMA VE YAPTIĞI İYİLİKLERİ TAŞA YAZMAK DOSTLUKLARI KALICI YAPAR .”
DERVİŞ KAŞIKLARI HİKAYESİ
Dervişe bir gün sormuşlar:
– Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?
Size farkı gösteriyim deyip, önce sevgiyi dilden kalbine indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi sofrada yerlerini almışlar. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Derviş şöyle bir şart koymuş:
– Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz.
Peki deyip çorbalarını içmeyi denemişler.
Fakat kaşıklar uzun geldiğinden sıcak çorbayı döküp saçmaktan hem kendilerini yakmışlar hem de ağızlarına bir damla bile götürememişler. En sonunda bakmışlar olacak gibi değil sofradan aç kalkmışlar.
Daha sonra derviş, bu defa sevgiyi gerçekten bilenleri yemeğe çağırmış. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen insanlar gelmiş, sofraya oturmuş. Onlara da aynı şartı dile getirmiş.
Her biri uzun kaşığını çorbaya daldırmış, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak çorbalarını içmişler. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve sofradan afiyetle şükrederek kalkmışlar.
Derviş sevgiyi gerçekten yaşayanların farkını soranlara;
– İşte! Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır.
Şüphesiz şunu da unutmayın. Hayat akarken her zaman alan değil veren kazançlıdır.
İmkansız Bir Aşk Hikayesi
Günlerden bir gün ormanlar kralı aslan yiyecek aramak için gezintiye çıkmış. Aslan bu gezi sırasında başına geleceklerden habersizmiş. Karşısına bir ceylan çıkmış. Bu ceylan avcılar tarafından koyulan bir tuzakta sıkışıp kalmış. Aslan bu durumu fark edip ceylana yardımcı olmak istemiş. Aslanın bu tutumunu gören diğer canlılar çok şaşırmış. Çünkü Aslan yırtıcı bir hayvan olduğu için ormandaki diğer canlılar aslanın ceylanı yiyeceğini düşünmüş. Ama aslan asla sadece ceylana yardım etmek istemiş.
Aslan ve ceylan arkadaşlığı o gün başlamış. Bu arkadaşlık ilerleyen zamanlarda bir adım öteye taşınmış. Aslan, ceylana her baktığında aşk dolu gözlerle onu inceliyormuş. Ceylan da aynı şekilde aslana karşı boş değilmiş. Bu aşkı görenler hayretler içerisinde kalıyormuş. İmkansız olan bu aşk herkesi şaşırtmış.
Aslan ve ceylanın aşka her geçen gün biraz daha alevleniyormuş. Her ikisinin de aşktan gözü kör olmuş. Bu aşkın imkansız olduğunu göremez hale gelmişler. Bir gün aslanın arkadaşları onu uyarmak istemiş. Bu ilişkinin yanlış olduğunu söylemişler. Fakat aslan bu arkadaşlarına karşı ciddi bir tavır sergilemiş ve onlara kızmış. Kendisine karışmamaları gerektiğini söylemiş. Böylelikle ne aslan ne de ceylan çevresine kulak asmamış. Aşkları uzun bir süre devam etmiş.
Ceylanın ve aslanın çevresi bu aşka alışır hale gelmeye başlamış. Fakat yine de dışardan görüntü oldukça garipmiş. Bir gün ormana insanlar gelmiş. Bu insanlar avcıymış. Ceylan’ın başına geleceklerden haberi yokmuş. Ceylanı avlamaya gelen avcılar onu kıskıvrak yakalanmış. Bu durumu gören aslan hemen insanlara karşı bir saldırı gerçekleştirmiş. Fakat ne yaptıysa ceylanı geri alamamış. Peşlerinden gitse de belli bir süre sonra gücü tükenmiş.
Aşkları biten ceylan ve aslan kısa süre içerisinde büyük bir hastalığa yakalanmış. Aşktan gözleri kör olan ceylan ve aslan kavuşamadıkları için hayata gözlerini yummuş. Bu durum tüm orman halkı tarafından üzüntüyle karşılanmış. Uzun yıllar aslan ve ceylan arasındaki aşk konuşulmuş. Tüm canlılara örnek olan bu aşk yüzünden herkes birbirine karşı daha olumlu bir tavır sergiler olmuş. İmkansız bir aşkı gören diğer canlılar tüm dostlarına karşı ön yargıyı bitirmiş.
Çalışkan ve Güzelin Aşk Hikayesi
Okulun en güzel kızı bir gün öğretmeninin verdiği ödevi yapmak için arkadaşlarından yardım istemiş. Fakat bu ödev o kadar zormuş ki bütün arkadaşları kendi ödevlerine odaklanmış. Sınıfın en çalışkanı kıza yardım etmek istemiş. Bunu gören diğer arkadaşları sınıfın çalışkan çocuğuyla dalga geçmişler. Çünkü kızı etkilemek için ödevine yardım etmek istediğini düşünmüşler. Sınıfın en güzel kızı çalışkan oğlandan yardım istemiş. Daha sonra çalışkan oğlan güzel kızın ödevini yapmak için ders çıkışı evlerine gitmiş. Çalışkan oğlan kıza her detayı anlatarak ödevin nasıl yapılacağını söylemiş. Kız bu açıklamaları detaylı şekilde dinleyerek ödevini kolayca yapmış.
Sınıfta ödevi doğru yapan birkaç kişi varmış. Bunlardan biri olan güzel kız ders çıkışında çalışkan çocuğa teşekkür etmek istemiş. Çünkü onun sayesinde bu ödevi yapabilmiş. Ders çıkışında çalışkan çocuk sınıfın en güzel kızından hiç beklemediği bir teklif almış. Güzel kız çalışkan çocuğa çıkma teklif etmiş. Akşam çay bahçesinde buluşmak istemiş. Çalışkan çocuk o kadar heyecanlanmış ki bunun gerçek olmadığını düşünmüş. Ama güzel kız bu oğlandan etkilenmişti. Kısa süre içerisinde birbirlerine karşı olan duygularını dile getirdiler. Daha sonra aralarında çok güzel bir aşk hikayesi başladı.
Herkes sınıfta güzel kız ve çalışkan oğlanın aşkına konuşuyordu. Bu aşk herkes tarafından biliniyordu. Çalışkan oğlan ve güzel kız arasındaki tutkulu aşk hiç kimse tarafından bozulamadı. Tam aksine aralarındaki ilişki her geçen gün güçlendi. Birbirlerine olan tutkusu ve aşklarıyla bütün okul onları tanıdı. Okul bittikten sonra üniversite hayali kuran iki aşık aynı üniversitede okumaya devam etti. Eğitim hayatları bittikten sonra evlendiler. Çok mutlu oldular ve iki tane çocukları oldu. Mutlu mesut yaşadılar.
Herkesin yadırgadığı bu aşk hikayesi çevrelerine ders olmuştur. Her şey dış görüntü değildi. Bunu anlayan sınıf arkadaşları çalışkan oğlan ve güzel kızın aşkına inandı. Artık kimseye dış görünüşünden yana yorum yapmayacaklardı. Bu herkes için unutulmayacak bir ders oldu. Büyük Aşk bir ömür boyu sürdü ve herkes dış görüntüsü yüzünden çalışkan oğlanı yadırgadığı için pişman oldu.
ANTİKA SANDALYE
Genç adam, antika merakı sebebiyle ülkenin en ücra köşelerini dolaşıyor ve gözüne kestirdiği antika malları yok pahasına satın alarak kazanç elde ediyordu.
Kış kıyamet demeden sürdürdüğü seyahatler sırasında başına gelmeyen kalmamış gibiydi. Fakat bu seferki hepsinden farklı görünüyordu. Yolları kapatan kar yüzünden arabasını terk etmiş ve yoğun tipi altında donmak üzereyken, bir ihtiyar tarafından bulunup onun kulübesine davet edilmişti. Yaşlı adam, antikacının yürümesine yardım ederken:
– Günlerdir hasta olduğumdan, odun kesmek için ilk defa dışarıya çıktım, dedi. Meğer seni bulmak için iyileşmişim.
Diz boyuna varan karla boğuşup kulübeye geldiklerin de, antikacının beyaz göre göre donuklaşan gözleri fal taşı gibi açıldı. Odanın orta yerindeki kuzinenin etrafını saran üç-dört sandalye, onun şimdiye kadar gördüğü en güzel antikalar olmalıydı. Saatlerdir kar içinde kalan vücudu bir anda ısınmış, buzları bir türlü çözülmeyen patlıcan moru suratını ateşler kaplamıştı. Yaşlı adam, misafirini yatırmak için acele ediyordu. Ona birkaç lokma ikram edip sedirdeki yatağını hazırlarken:
– Bugün soba yakamadım evladım, dedi. Ama bu yorganlar seni ısıtacaktır.
Ev sahibi, yıllar önce vefat eden eşiyle paylaştıkları odaya geçerken, antikacı da tiftikten örülen battaniyelerin arasına gömüldü. Ancak bütün yorgunluğuna rağmen bir türlü uyuyamıyordu. Ertesi gün gitmeden önce ne yapıp edip o sandalyeleri almalı, bunun için de iyi bir senaryo uydurmalıydı. Mesela, hayatını kurtarmasına karşılık ihtiyara birkaç koltuk satın alabilir ve eskimiş olduğu bahanesiyle dışarıya çıkarttığı sandalyeleri, çaktırmadan minibüsün arkasına atabilirdi. Hatta onları kaptığı gibi kaçmak bile mümkündü. Yürümeye dahi mecali olmayan ihtiyar, sanki onun peşinden koşacak mıydı? Genç adam, kafasındaki fikirleri olgunlaştırmaya çalışırken dalıp dalıp gidiyor ve rüzgarın sesiyle uyandığı zamanlar, kaldığı yerden devam ediyordu. Bu arada yaşlı adamın sabah kalktığını fark etmiş, hatta hayal meyal bile olsa odun parçaladığını duymuştu. Gözlerini açtığında, onun kuzine üzerinde yemek pişirdiğini gördü ve etrafına bakınırken, birden iskemleleri hatırladı. Hafifçe doğrulup çevresine baktı:
Aman Allahım..!
Antikalardan hiçbiri ortada yoktu. İhtiyar kurt, herhalde planını hissetmiş ve belki de uykudaki konuşmasını duyarak onları emin bir yere kaldırmıştı. Sakin görünmeye çalışarak:
– İliğim kemiğim ısınmış, dedi. Çorbanız da güzel koktu doğrusu. Ama akşamki sandalyeleri göremiyorum.
Yaşlı adam, odanın köşesine yığdığı sandalye parçalarından birini daha sobaya atarken:
– Sandalye dediğin, dünya malı be evladım, dedi. Biz hiç misafirimizi üşütür müyüz?